bilmiyorum
- Peren İlge Genç
- 3 Mar 2024
- 1 dakikada okunur
Güneşli günde rüzgarın unufak ettiği deniz tozları,
savurduğu izmarit dolu bu ince kum...
Üstüme yapışan yosun
ve biraz da kül kokusu duyuyorum.
Çok az ötede yarışan yapraklar
ve daha da ötede
karanlığı arşınlayan deniz fenerinin ışığı...
Bu rüzgar nasıl olur da savuramaz diye geçiriyorum içimden;
gözlerimi, tenimi, beni ve benliğimi yakan tuzları.
Gökyüzünde yıldızlar bir bir sönüyor.
Sıcak bir ışık küçük teknesiyle benden epeyce uzaklaşıyor.
Anlamıyorum,
eksilmek için gelmemiştim bu bakir sahile.
Bulmak için aramamıştım yol üstüne düşen yalnızlığı.
Dedim ya, tuzlar yaktı gözlerimi bir kere,
istesem de göremem zaten.
Bu yüzden ellerimle yokladım kumları, yok.
Uzak kalmışım sakin düşüncelerimden.
Ayağıma salyangozlar ve aklıma
dönüp duran boş kabukları takılıyor.
Ayağa kalkıyorum henüz düşmeden.
Denizin kıyıya bıraktığı köpük kalabalığıyla
ayaklarımı gıdıklayıp neşelendirme çabası...
Ummadığım vakitte beliren ufuk çizgisi...
Batan güneşin sanatı mıydı bu yalnızca
yoksa zar zor aldığım huzurlu nefesimi
bıçak gibi kesmeyi mi amaçlamıştı?
Havada göz ardı edemeyeceğim bi’ gece tekinsizliği…
Anlaşılan, kırık bira şişelerine basarak eve dönmeli.
Hatırlayamıyorum,
ben mi dizmiştim bu camları,
özene bezene yolumu parlatsın diye?
Ama hangi akılsız saçardı bunları,
can yakacağını bile bile?
Neyse, eve dönmeliyim;
güvenli diye hapsolduğum kibrit çöpünden evime.
Kış gelip de fırtınasıyla kapımı çaldığında
bir şırpıda yakacağım gecekondu evime.
Genelgeçer inanışın dilinden:
Evim evim, güzel evime!
Comments